Friday 21 March 2014

tripot köpekli bir garip yaşlı adam: "kendimi yoksul hissetmiyorum"


Türkiye'de her şeyi görürsünüz ama yoksul siyasetçi göremezsiniz..

ülkemdeki bağnaz, yüreği karanlık ve fırsatçı yönetenlerimize öfkelenmekle okadar meşguldüm ki, "başka bir dünya mümkün" duygumu epeydir kaybetmiştim. internette gördüğüm bu hikaye beni derinden sarstı, içim ışıdı, kalbim yumuşadı, bu insanın yanaklarını öpüp öpüp sımsıkı sarılmak geldi içimden.

bir yandan da "dünya" hakkındaki cehaletimi de bir kez daha hatırladım, kendi küçük dünyamıza ne kadar hapsolmuş olduğumuzu bir kez daha görmüş oldum. 

benim gibi "Uruguay neresidir, bu adam kimdir" bilmeyenlere, başka hayatlardan bihaber yaşayanlara bir "pencere", bir "nefes" ve kendinden başka hiçkimseyi düşünmeyen halk düşmanlarına "selam(!)" ya da "kapak" olsun bu hikaye.

Bu adamı hiç unutmayacağım..





........

Köhne bir çiftlikte yaşayan ve maaşının büyük bölümünü bağışlayan Uruguay Devlet Başkanı (evet yanlış okumadınız, "Devlet Başkanı" !!) Jose Mujica, klasik siyasetçilerden çok farklı bir portre çiziyor. 

Başkanlık sarayında kalmayı tercih etmeyen Mujica, karısıyla bir çiftlikte yaşıyor. Evin dışında çamaşırlar kurutuluyor. Evin suyu bahçede etrafı otlarla kaplı bir kuyudan geliyor.



Evlerine doğru giden yolda 2 tane koruma görevlisi, eve yaklaşmadan görevlerini yerine getiriyor. Bir de 3 bacaklı bir köpeği var..

Güvenliği sadece bu iki polis memuru ve üç bacaklı Manuela adlı köpek sağlıyor.

Genç yaşlarında ülke halkı için gerilla olan Mujica, iki kere hapse girdi ve altı kere hapisten kaçma teşebbüsünde bulundu. Hepsinde de vuruldu.


Mujica, 1960'lardaki Küba devriminden esinlenerek kurulan Latin Amerikalı solcu gruplardan biri olan Tupamaros'un kurucularından biriydi. Örgüt, Uruguay'daki Amerikan destekli sağ kanat hükümetlerine karşı saldırılar düzenlemiş, adam kaçırma, soygun ve bombalama eylemleri yapmıştı. Polis öldürmekten 1971'de mahkum edilen Mujica, 15 yıl süren mahkumiyet hayatında işkencelere maruz kalmış ve tek kişilik hücrede tutulmuştu.

1985'te Uruguay'ın demokrasiye dönmesinden sonra diğer tüm siyasi mahkumlar için çıkarılan bir genel afla tekrar özgürlüğüne kavuştu. Hapishaneden çıktıktan sonra diğer Tupamaros üyeleriyle beraber Halk Girişimi Hareketi'ni (Movimiento de Participación Popular-MPP) kurdu. 
29 Kasım 2009 pazar günü yapılan seçimlerin ikinci turunda yüzde 52 oranıyla, yüzde 45 oranında oy alan merkez sağdaki Milliyetçi Parti'nin adayı Lacalle'yi geçerek başkan seçildi. Görevine 1 Mart 2010'da başladı.



Mujica yarı zamanlı çiftçi, yarı zamanlı devlet başkanı. Karısıyla birlikte çiçek yetiştirip satıyor.

Mujica, bir devlet başkanı olarak oldukça mütevazı bir araba kullanıyor. 1987 model Volkswagen Bettle.


Mujica, alışılmışın dışında giyim tarzıyla da dikkat çekiyor. :)




Mujica, rahat tavırları ve alçak gönüllü halleriyle her zaman ilgi topluyor.




Aylık 12 bin dolar maaşının %90'ını hayır kurumlarına bağışlayan Mujica, Dünyanın en fakir devlet başkanı olarak anılmakta. Mujica bağışlarını, yoksulların ve küçük girişimcilerin faydalanabileceği kurumlara yapıyor.

Bağışlardan sonra elinde kalan maaşı, Uruguay’daki aylık ortalama maaş olan 775 dolara denk düşüyor.

“En yoksul devlet başkanı olarak anılıyorum ama kendimi yoksul hissetmiyorum. Yoksul insanlar sadece pahalı bir hayat tarzına sahip olmayı sürdürmek adına çalışan insanlardır ve her zaman daha fazlasını, daha fazlasını isterler.  
diyor Mujica.



Mujica, “Hayatımın büyük bölümünde böyle yaşadım” 

diyor ve ekliyor: 

“Sahip olduklarımla iyi yaşayabilirim. Ben yoksul değilim, pahalı hayat seçen insanlar yoksulluk çeker."

Sözlerini; 
“Bu bir özgürlük meselesi. 
Çok fazla mülke sahip değilseniz kendinizi hayatınız boyunca köle gibi çalışmak zorunda hissetmezsiniz ve böylece kendiniz için çok daha fazla zamanınız olur. 

Garip bir yaşlı adam gibi görünebilirim ama bu özgür bir seçim.” 
diye sürdürüyor.

Mujica, dünya liderlerinin çoğunu, büyümeye tüketimle ulaşılabileceğine inanma körlüğü içinde olmakla suçluyor. Jose Mujica'ya göre bu anlayış dünyanın sonunu getirir...Mujica ayrıca, esrar tüketiminin de yasal olmasını savunuyor.“Esrar kullanımı en büyük endişe kaynağı değil, asıl problem uyuşturucu ticareti” diyor.

........

(internetteki çeşitli sitelerden derlendi. ayrıca http://tr.wikipedia.org/wiki/Jos%C3%A9_Mujica)

Tuesday 31 December 2013

neye göre kime göre yılbaşı?

Neye göre kime göre yilbasi? Hangi olayı esas alan takvim bu?



Bir de boyle bakalim mı...

 Adamı kimse tanımadı bilmiyor. Ama kız çok sevmişti onu. Ve her terkedilen gibi sevgisini kalbine gömmüştü. Ne hamile olduğunu anladığında ne de "bunun babası kim" diye zorladıklarında ele vermedi aşkını. 
Son nefesine kadar.

Meryem, bu sevgisinin meyvesinden bir din doğacağınını biliyor muydu bilmiyorum.

Ama o ahırda, kimsenin babasız bir çocuğu doğurmaya ceseret bile edemeyeceği bir çağda, bu cesareti göstereli 2013 yıl oldu.

Meryem'in sevgisine karşılık göze aldıklarının 2013üncü yılı geride kaldi.

Nice mutlu yıllara...

Thursday 20 June 2013

en güzel pasif direniş hikayeleri

Gezi Parkı direnişi sayesinde hayatıma bir söz daha girmiş oldu.
("imagine" şarkı sözlerini de çok etkileyici bulduğum) John Lennon demiş ki; "olay şiddet kullanımına dönüşmeye başladığı zaman sistemin oyununa geliyorsunuz demektir. yerleşik düzen sizi kavgaya sokmak için kızdırmaya çalışacak, sakalınızı çekecek, yüzünüze fiske atacaktır. çünkü, siz bir kere şiddete başvurduktan sonra sizle nasıl baş edeceklerini bilirler. nasıl baş edeceklerini bilmedikleri tek şey, şiddet dışı eylemler ve mizahtır." Pasif direnişin önemi ve etkisini daha güzel anlatmak mümkün olmasa gerek.

Beni çok etkileyen bir başka pasif direniş ise 1968 olimpiyatlarındaki "2 siyah yumruk"tur. Elbette bu olaydan haberdar olalı 10 yıl bile olmuyor. Posteri ilk gördüğümde çok etkilenmiş, araştırdığımda ve bunun bir protesto olduğunu öğrendiğimde, ağlamaklı olmuştum.

Bu sessiz eylem, bir dönem dünyaya damgasını vurmuş ve bu üç atletin hayatını tamamen değiştirmiş. Detaylı hikayesi aşağıda.

-18 Ekim 2006 tarihli Hürriyet'teki bir yazıdan alıntıdır-
http://www.hurriyet.com.tr/serdardevrim/5280862.asp

"200 metrede altın ve bronz madalya kazanan Amerikalı iki siyah atletin, Tommie Smith ve John Carlos’un siyah deri eldivenli yumrukları havada, başları önde posteri yıllarca oda duvarları süslemişti. Aynı karede önde duran, gümüş madalyalı Avustralyalı beyaz atlete genellikl hiç dikkat etmemişim. Adı Peter Norman imiş...

/_newsimages/2317504.jpg

İşte bu atlet geçen hafta öldü. Haberin ve konunun tekrar gündeme gelmesinin sebebi budur.
*
Gelelim hikayeye...
Mexico City’de 200 metre finali koşulmuş. Amerikalı (siyah) atletler Tommie Smith ile John Carlos birinci ve üçüncü gelirken, ikinciliği Avustralyalı (beyaz) Peter Norman kazanmış.
Madalya töreni için bekledikleri sırada, Carlos, Peter Norman’ın yanına gelerek sormuş:
- İnsan haklarına inanıyor musun?
- Evet, inanıyorum.
- Peki ya Tanrı’ya?
- Bütün kalbimle...

Bunun üzerine, iki siyah atlet kafalarındaki eylem planını açıklamışlar, Norman tereddütsüz katılmış:

- Ben eyleminizi destekleyeceğim, bana ne yapmam gerektiğini söyleyin!

İlk defa, o günler için müthiş bir provokasyon hatta devrim sayılacak bir eylem planlıyor iki genç adam: Amerika’daki ırk ayrımcılığını ve siyahlara reva görülen fakirliği ve ikinci sınıf vatandaşlığı protesto edecekler... Ama nasıl?

Fikir Norman’dan geliyor: bir çift siyah deri eldiven buluyorlar, sağ tekini Tommie, sol tekini John eline geçiriyor; fakirliği sembolize etmek için çıplak ayakla kürsüye çıkıyorlar, başları kederle öne eğik, sıkılı yumruklarını havaya kaldırıyorlar. Önlerinde duran beyaz atlet Peter Norman da, dayanışmasını göstermek için kalbinin üstüne ‘İnsan Hakları İçin Olimpiyat Projesi Hareketi’nin kokartını iğneliyor.

Amerikan milli marşı çalarken plan icra ediliyor ve eylem koyuluyor.

Ve tabii (hatırlıyorum) dünya birbirine giriyor. Amerika ayağa kalkıyor. Olimpiyatlar bile gölgede kalıyor, dünya gazeteleri yumrukları havada siyah atletlerin fotoğrafını birinci sayfadan veriyor...
Amerikan Olimpiyat Komitesi iki siyahın spor kariyerini o saniye bitiriyor. Eylem amacına ulaşmış, Amerika’daki zenci azınlığın durumu dünya gündemine girmiştir. Smith ve Carlos spor hayatlarını (ve buna bağlı olarak geleceklerini) feda etmişler ama dünya tarihine geçmişlerdir. Dünyadaki yüz milyonlarca ezilmiş siyahın ilahı haline gelmişlerdir.
Peki ya Avustralyalı beyaz Peter Norman?
Meslektaşım Aynur’un anlattığına göre, Norman’ın da hayatı kararmış.
Tommie Smith diyor ki:


“Peter, bir beyazdı. O günlerde siyahların haklarını savunma cesareti gösteren, onurlu ve belkemiği sahibi beyaz çok azdı. Peter, Avustralya’ya döndüğünde kimse yüzüne bakmadığı gibi, herkes tarafından yargılandı. Onun da atletizm kariyeri bitti, spor çevrelerinden dışlandı. Tehditler, işsizlik ve tecrit nedeniyle öyle sıkıntılı günler yaşadık ki, üçümüzün de ilk evliliği sona erdi.”
Avustralya Devleti Norman’ı ölene kadar affetmemiş ama... Norman intikamını mezara götürmüş: 1968 Olimpiyatları finalinde ikinci olurken kırdığı 200 metre Avusturalya rekoru hâlâ, 38 yıl sonra kırılamamış.


Ölene kadar süren ‘eylem kardeşliği’
İki amerikalı ve bir Avustralyalı ‘lanetli’ atletin o gün başlayan ‘eylem kardeşliği’ ve dostlukları ömür boyu sürmüş. Aradan geçen 38 yıl boyunca, yazışmışlar, buluşmuşlar, görüşmüşler.
Ta, geçen hafta, Peter Norman evinin bahçesinde kalp krizi geçirip 64 yaşında ölene kadar.


Ve şimdi, aşağıdaki fotoğrafa iyi bakın:
/_newsimages/2317500.jpg
Melbourne’de yapılan cenaze töreni. ‘Onurlu beyaz atlet’ Peter Norman’ın tabutu,Tommie Smith (solda) ve John Carlos’un omuzlarında!
Üç ‘eylem kardeşi’ son kez omuz omuza..."